6 Kasım 2008 Perşembe

Almanya Acı Vatan

Terim'in Almanya ile mücadelesi devam ediyor ara ara. Euro 2008'de sahada yenildiği Almanya'ya gençlerini de kaptırmak istemiyor haklı olarak Sinyor. Mücadelesinde ne kadar haklı oraları tartışılır. Gazetelere verdiği demeçte Sinyor Terim şöle demiş: "Kendisi bize de Türkiye’nin daha önce kendisine hiçbir zaman ilgi göstermediği şikayetinde bulunmuştu. Bu doğru değil. Mesut kararını fazla uzatmadan açıkça versin, yani yüzümüze bakarak söylesin".
Sinyor'un kızgınlığı ve sabrı hat safhada olsa gerek ki artık son kozlarını oynamaya başlamış. Balık biraz büyük olunca kaçırmak istemiyor tabii kimse. Kaçırıldığı anda hesap verilecek bir çok yer var çünkü. Fotomaç gazetesi geçen sene Norveç ile oynanacak Euro2008 eleme maçından hemen önce, Lincoln'un performansını görüp koca puntolarla fedarasyona'a: "Sizden ricamız bir an önce şu adamı Türk yapıp oynatın!" çağrısını düşünürsek, gurbetçilerin önemi bir kat daha artmış durumda. Galatasaray yönetiminin tutumuda klup bazında da bu çalışmaların başladığını gösteriyor. Ülke içindeki oyuncuların bonservislerinin astronomik rakamlara ulaşması, bunun yanında gurbetçi oyuncuların transferinin daha kolay ve daha ucuza mal oluşu, ve de altyapı temellerini mükemmele yakın olarak almaları bu ilginin nedenlerini cevap olmakta.

Mesut Özil'in bu sene Werder'deki üst düzey perfomansı da Terim'in rüyalarına girmiş olsa gerek ki, Terim sürekli konuyu açıp, okları Almanya cephesine yönlendirmekte. Almanya cephesinde ise durum farklı. Kültürel olarak duruma incelenirse, artık 3. nesil Türk halkı Almanya'nın genç populasyonunda ve iyice Almanya'ya entegre olmuş durumda. Sürekli gazetelerden takip ettiğimiz haberler ise hep aynı. "ailesi ile görüştük bu iş oldu - babasından izni kaptık, vatanını seçti oyuncumuz." Bu açıklamalarda ister istemez genç kuşağın üzerindeki aile baskısını ortaya çıkarmış durumda. Doğal olarak oyuncular doğdukları, yetiştikleri vede ailelerinin yaşadıkları yerlerde oynamak isterler. Sürekli gazetelerde çıkan günün birinde Türkiye'de oynamak isterim sözleri ise geçiştirme cevaptan öteye gitmiyor ne yazıkki. Nuri Şahin'in "kariyerim için şu safhada Türkiye'de oynamak pekte cazip gelmiyor. " açıklaması bir çok oyuncunun düşüncelerine emsal niteliği taşıyor aslında.

Savaşımızı belki milli takımın yararı için yapıyoruz ama bu savaşta ne kadar haklıyız dedim yazının başında. Şu güne kadar yapılan mücadeleler, açıklamalar vede ister istemez yapılan hareketler bizimde samimiyetimizden de ufak örnekler vermekte. Geleceği çok parlak olarak görülen, peşinde Arsenal, Chelsea gibi yetenek avcılarının olduğu piyasada daha 18 yaşındayken apar topar milli ettiğimiz Nuri Şahin'in yüzüne bakmadığımız gibi, geçen sene kariyerindeki belki en iyi dönemi geçiren Yıldıray'ı ve Schalke'nin forveti Halil'i euro2008 öncesi kadrodan çıkarmak, gurbetçi futbolcuların haklı olarak kafasını karıştırmakta. Keza bu ülke büyük uğraşlar verip İngilizlerin elinden kaçırdığı Muzzy İzzet'i bile 3 maç oynatıp bir daha yüzüne bakmayarak ufak çaplı bir şöhrette yapmıştır zamanında. Kahvelerde bir Muzi vardı noldu ona söylemleri arasında sessiz sakin futbolu bıraktı Muzzy.

Sonuç olarak, sorunu sadece gurbetçi oyuncuların açıklamalarına indirgeyip sanki bütün olayların nedeni onlarmış gibi davranmakta pekte realistik olmuyor. Yıllardır gündemden düşmeyen Almanya'da kurulucak bir araştırma merkezi bir türlü kurulamadı. Bu merkezin amacı ise gayet basit; genç oyuncuların keşfi çok daha genç yaşlarda yapılıp, daha Almanya'nın haberi bile olmadan Türk Milli Takımına enjekte etmek. Milli Takım antrenörlerinden Metin Tekin'in de açıklaması ise zaten milli takım idarecilerinin Türk altyapısından umudu kesip, gurbetçilere yöneldiğini destekler derecede: “Almanya’daki altyapı ve yetiştirme temeli o kadar mükemmel ki her iki ülkeye de rahat rahat yeter.” Bu açıklamaya cevap olarak artık şunu çok rahatlıkla söyliyebiliriz. Eğer kendi içimizden yıldız yaratamıyorsak ve çözümü gurbetçilerde bulduysak ya bu konuda çok erkenden mücadelemize başlayacağız, ya da Mesut'la babası aracılığıyla tartışıcaz sürekli. Ya Kayserisporlu Turgay'ın Avusturya milli takımında maça çıktığından bi haber olup milli takım aday kadrosuna çağıracaz, ya da Nuri Şahin gibi, Colin Kazım gibi erkenden davranıp onları milli takım'a adapte edicez. Yoksa daha çok kavga ederiz Almanya ile, aileler ile..

5 Kasım 2008 Çarşamba

Pazar Kısıtlı

Rüya gibi bir haziran ayı geçirdi yaşlı kurt. Eleştiri okları, ırkçılık tartışmaları, Raul kavgası derken altın çağını yaşayan İspanyol futbolunu Avrupa'nın zirvesine taşıdı. Kadro olabilicek en iyisi belkide. Kalede Casillas, savunmada Puyol-Sergio Ramos-Miguel-Capdevilla, orta sahada Xavi-Iniesta-Silva-Senna, ileri ikili Torres-Villa. Değişikliklerde sabit. Çıkar Torres'i al Fabregas'ı, çıkar Iniesta'yı al 14 milyon euro'luk Guiza'yı. Senna çıksın Xabi Alonso girsin. Market o kadar zengin ki, teknik direktörlük yapmak o takımda Football Manager'ın gerçek hayat versiyonunu oynamak gibi. Şimdilerde ise kalede Volkan, savunmada saatli bombalar Lugano-Edu, sol bekte tatildeki Carlos, sağ bek Gökhan, orta alan Selçuk-Maldonado, ne olduğu belirsiz Josico, müzmin sakat Emre, can simidi Alex, aklı beş karış havada Kazım, geçen sene Giggs gibi oynayıp bu sene Bank Asya'da bile zor oynayacak seviyedeki Uğur Boral, forvette Guiza, nöbetçilikten sağ kanada tranfer olan Semih. Rotasyon desen sıfır. Market bu kez o kadar kısıtlı ki, Aragones her maçta elleri kafasında nereye geldim ben, neden burdayım, neden İspanya Federasyonu'na karakter yaptım düşüncelerinde. Savunmasıda hazır. Ben listeyi yönetime verdim, onlar bana bunları aldı. Listeside listeydi ama..Xabi Alonso, Senna, Guiza..Biri oldu ama diğer ikisi yerine gelen bambaşka isimler. 31 yıllık teknik direktörlük hayatında 1 şampiyonluk gören bir insan için Fenerbahçe gibi bir dünya markasını çalıştırmak İspanya milli takımı'nı çalıştırmak gibi olmadığını anlaması için daha ne kadar zaman gerekicek bilinmez ama olan Fenerbahçe'nin ite kaka yaptığı marka değerine ve saygınlığına olmakta. Geçen senenin çeyrek finalisti bu sene daha galibiyet ile tanışamadı 1 numaralı kupada. Pazar kısıtlı tabi, Maldonado'yu çıkartıp Fabregas'ı sokamıyor Aragones, Selçuk'tan Senna, Xabi Alonso olmasını istiyor. Aurelio'nun yeri doldurulamadı o yüzden böyleyiz savunmasıda saçma. Geçen sezon Fenerbahçe çeyrek finali bir oyuncunun aşırı performansıyla mı gördü. Hal böyle olunca kahrı çeken gene taraftar oluyor. Aşağıdaki karede tarih sayfalarında kalmaya devam ediyor.

Çarkıfelek Dönüyor

Çok değil, 3 hafta önce Hürriyet'in salı günleri gazete ile birlikte gelen Hürriyet Spor'a konuk oldu. Galatasaray'ı Bursa'da 2-1 yendikten sonraki hafta. Öyle bir ropörtaj yapmıştı ki, öyle laflar söyemiştiki;
"..Mourinho gibi hocalar hala kağıtla futbolcusuna taktik veriyor, biz o devirleri çoktan geçtik, futbolcum sahaya çıktığında ne yapıcağını bilmek zorunda...Türk hocalarına klupler güvenmiyor, uzun vadeli yatırım yapmaktan kaçıyorlar böyle olunca gelecek yerine günle ilgileniyorsun..Gittiğim her takımda gençleri çıkardım, onları oynattım, şimdi Bursa'da bir çok gencimiz var, gelecek pırıl pırıl.."
Neler oldu acaba Bursa'dada bir anda fikri değişti Samet Hoca'nın. Mesut Bakkal'ı gönderen Gençlerbirliği görevi için Bursaspor'dan istifa edip daha imzası kurumadan yeni bir imza attı. İstifa için yaptığı açıklamada düşündürücü;
"...Bu süreç boyunca her ne kadar bir takım eksiklerimiz olsa da bugünkü tabloya bakıldığında önemli adımlar attığımıza inanıyorum. Fakat, bu gerçeğe rağmen üzülerek görüyorum ki, Bursaspor'daki olumsuz hava hala devam ediyor. Dolayısıyla bana da gelinen bu noktada son adımı atarak, görevi bırakmak kalıyor..."

3 hafta önce söylenenlere bakılıp şu istifa nedenine bakıldığında çelişkilere giriyor insan. Tamam belki Beşiktaş geçmişi yüzünden Bursa taraftarı tarafından çok hoş karşılanmadı ama esas bu hoşnutsuzluğun nedeni kendisinde aramalı. Hatta ligimizde çalışan bir çok takım ve klup hocası bu hoşnutsuzlukların nedenini düşünmeli. Bütün ülke futbol ile yatıp kalkıyor, hemen hemen herkes dünya liglerini de çok yakından takip ediyor. Hiç bir ligte olmayan 6-7-8. hafta teknik direktör sirkülasyonu Türkiye'de yıllardır moda. Bunun sonucunda ne taraftarlar teknik direktörlere güveniyor, ne teknik direktörler kluplere, ne de futbolcular teknik direktörlerine. Bu açmaz da futbolun kalitesini belli ediyor ülkemizdeki. Dünya 3.sü olduk akıllanmadık, 2 kupayı kaçırdık üstüste, şimdi Avrupa Şampiyona'sında yarı final oynadık ne bir kalite artışı ne de bir anlayış değişimi. Ligin sonu aynı...3 büyükler gene şampiyon olur, Anadolu'nun şampiyonluk mucadelesi Bank Asya liginde devam eder.

3 Kasım 2008 Pazartesi

'Pinturicchio' veya 'İl Fenomeno Vero'


1994'te Marcello Lippi, Roberto Baggio'nun yerine takıma onu monte ettiğinde belkide hiç kimse Del Piero'dan bu kadarını beklemiyordu. Baggio gibi üst düzey bir futbolcunun yerini doldurmakta, 14 sene boyuncada Juventus'ta golleri sıralamakta kolay değildi. 2006'da Juventus küme düşürüldüğünde Pinturicchio veya taraftarın deyişiyle 'Gerçek Fenomen' takımına olan vefa borcunu ödemek için takımıyla ikinci ligin yolunu tuttu. 1 senelik Serie B macerasından sonra belkide bir çoğumuz önümüzdeki pazar 34 yaşını dolduracak Del Piero'nun Serie A'da artık eski günlerine dönemeyeceğini düşünmüştü. Ancak geçen sene atılan 21 gol onun hala ligin en kaliteli oyuncularında biri olduğunun kanıtıydı. Fakat bu sene sanki biraz daha farklı gibi. O sıkıcı pozisyon üretemeyen Juventus'un tek parlayan yıldızı o oldu. Özellikle Real Madrid'e öyle bir gol atıyordu ki, böyle golleri ancak senede 1-2 kere görebiliyoruz. Pinturicchio sadece takımını değil Ranieri'nin de Juventus'taki kariyerini bu sene tek başına sırtlıyor. Onunla beraber yıllar önce izlediğimiz yıldızlar artık tek tek futbolu bırakıp sakatlıklarla boğuşurken sanki o hala 15 sene önce Juventus'a yeni gelen genç bir futbolcu hırsı ve isteğiyle bize mükemmek goller izletmeye devam ediyor. Teşekkürler bu güzel goller için 'İl Fenomeno Vero'

Glock Cephesi


Adından çok söz ettiriceği bir yarışın ardından biten Formula 1 2008 sezonunun en kritik yarışının en kritik adamı belkide. Son sektorde bir anda yavaşlamaya başlayan ve yarışın 6. sı Hamilton geçilerek şampiyonu belirleyen adam. Skandal bu boyuttayken hemen mikrofonlara cevap vermiş Glock:

" Son turlara girilirken kuru lastiklerle iyi bir derecede elde edebiliceğimizi düşündük bu yüzden ekstra bir pit-stop yapıp yağmur lastiklerini takmaktan vazgeçtik. Buna neden olarak bir çok takımın pit-stop yapıp yağmur lastiklerine geçiceklerini düşündük, bu sayede bir kaç sıra yükselme şansımız olabilicekti. Fakat son turda yağmurun aşırı artması nedeniyle kuru lastiklerle arabayı pistte tutmakta zorlanmaya başladım. Yarışın son turu hayatımda attığım en zor tur oldu. Yola tutunma kuru lastiklerle neredeyse imkansızdı ve sürekli pistte kayıyordum. Eğer yarış turlarına bakılırsa Jarno Trulli'den daha hızlıydım ve pistte sadece ikimiz kuru lastikle yarışıyorduk. Strateji hatalımıydı derseniz, kesinlikle hatalı değildi çünkü yağmur lastiklerini takmak için pit-stop yapsaydım yarışı 7. sırada bitiricektim fakat şimdi yarışı 6. sırada bitirdim. Son tura gelindiğinde ise benim rakibim Vettel'di ve Hamilton'un arkamda olduğunun farkında bile değildim. Telsizden sürekli olarak Vettel'in arayı kapattığı söyleniyordu ve bende arabaya daha çok yüklenmeye çalışıyordum. Fakat o şartlarda arabayı tutmak çok zordu. Zaten son tur 3-4 araba tarafından geçildim. Bu şartlarda pistte ne olduğunu takip etmem çok kolay değildi. "

Rain Master


Bir Formula 1 sezonu daha onsuz tamamlandı. 7 dünya şampiyonluğu, 91 yarış zaferi, 154 kere podyuma çıkma, 68 pole position, 76 kere en hızlı tur zamanı, 7 kere üstüste yarış zaferi, 40 kere double (yarış birinciliği + pole position), 13 yarış galibiyeti ile bir sezonda en çok yarış kazanma..
Her sene başı onsuz bu işin tadının kalmadığı tartışmaları ile başlar. O tartışmalarla devam eder. Senna'dan sonra bir şampiyon daha göremeyeceğiz denilen Formula 1'de Senna ile yarışma onuruna erişmiş, onun kırdığı butun rekorları kırılamayacak düzeye çekmiş, dünyaya Almanya ile İtalyan milli marşlarını ezberletmiş yüce insan. 2008 sezonunda o kadar çok yağmur yağdıki, taraflı tarafsız herkes keşke burda olsaydı da bir şampiyonluk daha alsaydı diye iç geçirdi. Formula 1'i bilmeyen bir çok insana Michael deseniz Schumacher'i cevap olarak verdirtecek Rain Master. Binse keşke tekrar o kırmızı arabaya, hırsını bir kez daha bizlere gösterse, bir kez daha podyumda çocuklar gibi sevinse..



Şaibe mi Alın Teri mi


Dünyanın en genç şampiyonu, ilk siyah şampiyonu. Bütün bu rekorlar artık bu kibirli İngilizin elinde. Damon Hill'den beri beklenen İngiliz şampiyonluğu 12 sene sonra Interlagos'ta gerçekleşti. Geçen sene kaçırılan kılpayı şampiyonluktan sonra bir kez daha aynı senaryo tekrarlanıyorduki imdada Timo Glock yetişti. Glock'un son 5 tur derecesi; 1:18.897, 1:18.816, 1:18.688, 1:28.041, 1:44.731. Hamilton'un son 5 turu ise; 1:38.860, 1:19.998, 1:24.612, 1:25.567, 1:26.126. Glock yarış sonrası bu abartı denilecek yavaşlamayı kuru hava lastiklerine bağlamasıda skandala tuz biber ekti. Aynı tabloyu Ferrari yapınca ortalık kavgadan geçilmezken şimdilik sadece sevinç nidaları ve şaşkınlıkların devam ettiği saatlerdeyiz. Haftanın sonuna doğru işler ciddileşir mi görücez fakat şu bir gerçekki geçen sezon Formula 1 tarihinin en büyük cezasını alan McLaren takımı bu sene Mika Hakkinen'in ardından şampiyonlarına kavuştu. Glock'a artık bir McLaren veya Mercedes verilirmi bilinmez ama kaybedilen heyecanın tekrar kazanıldığı bir sezonu geride bıraktı Formula 1. Seneye Ferrari, McLaren'ın yanına istikrarlı perfomanslarıyla BMW, son yarışlardaki nefis çıkışıyla Renault'un katılmasıyla çok keyifli bir 2009 sezonu bekliyor bizi. Tabii butun Tifosileri heyecanlandıran Vettel'i de unutmamak lazım. Glock'a da pür dikkat. Nerde yavaşlayacağı belli olmaz o kuru hava lastikleriyle.

Bulaşıcı Hastalık mı Acaba?


Nasıl olurda bir takım arka arkaya yaptığı 4-5 maçta bu kadar farklı görüntü ortaya koyar. Önce Trabzon ve Olympiakos maçlarındaki iyi oyun ve iyi skor, ardından Eskişehir ve Ankara maçlarındaki kötü oyun ve puan kayıpları, ardından yine Gaziantep karşısında iyi oyun ve iyi skor. Bu size tanıdık geldi değilmi? Geçen seneki, ligde maç seçip kötü oyun sergilediği söylenen Fenerbahçe gibi. Acaba Galatasaray'ın yıldızları ve teknik heyetide mi maç seçmeye başladı yoksa aradaki fark rakip takımların Galatasaray'ı iyi etüd edip etmemesinden mi oluşuyor? Sanırım bundan sonrasını zaman gösterecek.

Alex'siz Olur mu?


Fenerbahçe bu sezon bilindiği üzere oldukça kötü günler geçiriyor. Gerek lidge, gerekse Avrupa'da istediği sonuçları bir türlü alamadılar. Ligde 9 haftada kaybedilen 14 puan belkide Fenerbahçe tarihinde yoktur. Ayrıca Arsenal karşısında alınan tarihi mağlubieyet de bunlara tuz biber ekti. Fenerbahçe'nin günah keçileri ise Aurellio'nun gidişinden sonra Maldonado ve Selçuk ilan edildi. Ayrıca yönetim, kadro yetersizliği ve Aragones'in yanlış tercihleri ana eleştiri konuları oldu.Kadro yetersizliğinden yakınırken birde Fenerbahçe'nin geçen seneki kadrosuyla bu seneki arasında ki farka bakalım. Geçen sene kalede Volkan, defansta Edu, Lugano, R.Carlos ve Gökhan Gönül oynıyordu. Yani aynı savunma adamlarıyla çeyrek final oynanmıştı. Ön liberolara gelince geçen sene Chelsea'yi yenen kadroda da Maldonado ilk onbirde oynayan insandı. Ayrıca ileride oynayan Kezman'ın yerine de Guiza monte edildi. Geçen seneki kadrodan en önemli eksikler şimdiye kadar Deivid ve Aurellio olarak gözüküyor... Burada asıl amacım kadrosal eksikliklerden ziyade Fenerbahçe'nin sorunun oyun anlayışı ve dizilişinden kaynaklandığını söylemeye çalışmamdır. Aurellio tabii ki bölgesi için çok değerli bir futbolcu ama bir Gerard veya Lampard'da değil. Yani bir önliberonun yokluğu bir takımı özellikle Fenerbahçe'yi bu kadar asla etkiliyemez. Eğer futbolda böyle bir denge varsa Gerard veya Xavi'nin yokluğunda Liverpool ve Barcelona'nın çok zor günler geçirmesi beklenebilir. Bence Fenerbahçe'deki asıl sorunu ön liberoların değil takımdaki diğer oyuncularında önde topa basmayıp, rakibin elini kolunu sallaya sallaya defansa kadar gelmesi ve oyun alanındaki yanlış dizilimdendir. Geçen sene takımda bunu Aurellio ve Deivid olukça iyi yapıyordu. Hatta Kezman bu baskıyı ileriden başlatan oyuncuydu. Geçen sene takımda baskıyı koyamayan tek oyuncu Alex idi. Ama bu sene ki kadroda bunu yapacak oyuncu kalmadı. Bunun yanında defanstaki yanlış dizilim ve kademe anlayışındaki yetersizlik basit hatalar ve yenilen bir çok golü beraberinde getirdi... Arsenal maçına baktığımzda takımın en büyük gol silahı Alex'te kadroda olmayacak. Bu belkide olması gereken için bir şans olabilir. Eğer Aragones Alex, Emre ve Tümer gibi yetenekli ama topa fazla basmayan oyuncuların yokluğunda ileride çok koşup rakibin üzerine basacak bir oyuncu monte edebilirse belkide top Fenerbahçe'nin defansıyla daha az buluşacak. Tabi bunu yapabilmesi için tek forveti tercih edip, artık Guiza mı olur Semih mi olur kendi bilir, orta alana önliberoların önünde baskı uygulayacak oyuncuları monte edip, belki Gürhan denenebilir, defanstada geriye yığılıp alan daratılıp, kontraatakla gol şansı bulabilir. Geçen seneki kadronun en büyük özelliğide buydu. Geriye iyi yığılıp, alan daraltıp önde Deivid ve Aurellio ile baskı kurup kontratakla gol buluyorlar ve defans çok az gol pozisyonu veriyordu. Klasik 2 önliberolu 4-5-1 'de dizilirse Fenerbahçe ve Kazım ile Uğur önde baskı kurup, beklerin kademelerine yardımcı olurlarsa ve Alex'in yerine oynayacak oyuncuda baskılı, tempolu bir oyun ortaya koyabilirse Fenerbahçe geçen seneki futbolundan emareler gösterebilir. Zaten belli olan şu ki; şuan ki kadro ve oyun şablonuyla Fenerbahçe'nin başarılı olması çok zor gözüküyor.

2 Kasım 2008 Pazar

Para+Akıl+Çalışma=Hoffenheim


TSG1899 Hoffenheim, adından da anlaşılacak üzere 1899 yılında kuruldu ancak bu yıla kadar 109 yıllık tarihlerinde hiç bu kadar popüler olmadılar. Hoffenheim sadece 3000 kişinin yaşadığı ufak bir kasaba. Ancak takımları kendi kapasitelerinin çok üzerinde şeyler yapıyor. Belkide Almanya'nın Villareal'i olacaklar. Bide bunun üzerine kasaba nüfusunun 10 katı büyüklüğündeki Rhein-Neckar Arena'yı inşaa ediyorlar. Buda gelecekte planlarının büyük olduğunun bir kanıtı olsa gerek... Şanslarının döndüğü an belkide 1999 yılında milyarder Dietmar Hopp'un takımı satın alması oldu. Hoffenheim amatör ligden sonra hızlı yükselişini önce 2. lige, aynı senede Bundesliga'ya yükselerek sürdürdü. 2008-09 sezonunda milyarder sahibine rağmen çok iddialı bir kadro kurmadılar ama iddialı bir performans sergiliyorlar. Hopp, Premier Lig'deki kulüp sahiplerine nazaran ne işin şan şöhret kısmında ne de başka bir çıkar peşinde. Buda Abromovich gibi sabırsız davranmasını gerektirmiyor. Ama sanırım futbolcular başkanlarının başarıyı bu kadar fazla beklemesini istemiyorlarki gösterdikleri performansla Bundesliga'nın zirvesine demir atmış durumdalar. Kaiserslautern ve Blackburn'un 11-12 sene önce gösterdikleri başarıların artık sadece tarih sayfalarında kalacağına inanmaya başladığımız, endüstriyel futbolda büyük kulüplerle diğerleri arasındaki farkın giderek açıldığı yıllarda Hoffenheim 2.ligden çıktığı sene şampiyon olabilirmi bilinmez ama, bu sene yaşatağı heyecanı büyük bir merakla tüm futbolseverler takip edecektir. Artık Hoffenheim'ları da Hull City'leride Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinde görmek isteriz.

ES-ES


Es-Es son iki haftada hem Galatasaray hemde Fenerbahçe maçlarındaki güzel oyunu ve aldığı puanlarla bütün otoritelerden tam not almayı bildi. 2. ligden yeni yükselen bir takım için bu gerçekten güzel ve zor bir başarı. Ancak Eskişehir taraftarı bu zaferlerlere pekte yabancı değil. Es-Es, 1969-70, 70-71 ve 72-73 sezonlarında ligi ikinci bitiriyor, ayrıca 1971-72 sezonunda ise Türkiye Kupası'nı alıyordu ve belkide Anadolu devriminin ilk habercisi oluyordu. 70'li yıllarda milli takımada oldukça oyuncu veren Eskişehirspor, taraftarıyla da İstanbul takımlarına kafa tutuyordu. Ve tarihlerinde öyle bir maç varki, eşi benzeri bırakın Türkiye'de, dünyada zor görülür. 16 Eylül 1970 tarihinde, o zamanki adıyla Fuar Şehirleri Kupasında Eskişehirspor içeride 1-0 'ın rövanşında Sevilla'yı ağırlıyordu. Eskişehirspor 79, dakikada Acosta'nın golüyle 1-0 yenik duruma düşüyordu. Ancak bu mağlubiyetin değil mucizenin habercisi oluyordu. Geriye kalan 10 dakikada turu geçmesi için Eskişehir'e 3 gol gerekiyordu. Ve sahneye gol kralı Fethi Heper çıkıyordu. 80. 84. ve 90. dakikalarda attığı 3 golle turu Eskişehir'e getiriyor ve Türk futbol tarihine geçecek zaferin baş mimarı oluyordu. Es-Es hem mantalitesiyle hem tarihiyle hemde Eskişehirliliği herşeyden önce gelen müthiş taraftarıyla çok daha iyisini hakediyor. İnşallah eski günlerdeki gibi sadece Türkiye'yi değil tüm Avrupa'yı sallarlar.

Real Club de Sporting Gijon

ilk 5 maçta yediği 20 gol ve alınan 0 puandan sonra, arkadaşlarla halı saha yapsak yeneriz bu takımı esprileriyle bıyık altından güldük onlara. Kimimiz 20 hafta sonra bu takım düşer dedi kimimizde gol yeme rekoru kırar dedi. ancak gördükki bu sadece şanssız bir fikstürün ve lige ısınamamanın ürünüydü ki, bizim üç büyüklerimizde arka arkaya 4 maçta sırasıyla Sevilla, Real Madrid, Barcelona ve Villareal'le karşılassa, 15'e yakın gol yerlerdi. Sporting Gijon 2,5 milyar dolarlık bir ligde, La Liga'da, sadece 27 milyon euroluk mütevazi takımıyla son 4 maçını kazandı. biz severiz fakir ama gururlu takımları. belki ligi ilk 7 arasında bitirmeleri imkansız gibi ama böyle giderse çok uzaklarda bir çok sempatizanı olacağı kesin.

1 Kasım 2008 Cumartesi

Şota Arvelazde


Türkiye'ye gelmiş belkide en büyük 5 yabancıdan biri. Attığı goller, 95-96 sezonundaki krallığı, Trabzonspor'u belkide hiç olmadık şekilde yakınlaştırdığı şampiyonluk hayali.. Kardeşi Arcil ile Erman Toroğlu'nun şiddetli tavsiyesi üzerine sessiz sedasız geldiği Trabzon'da her kahvede boy boy resimleri..Bir nevi Trabzon'un Maradona'sı; daha mutevazisi, az medyatiği. Gönül isterdi gelsin çok sevdiği Trabzon'da futbolu bıraksın ama doğduğu topraklarda 50 bin kişinin canlı tanık olduğu maçla veda etti efsane futbola. Hemde maçta Ogün ve Tolunay ile son kez yeşil sahada koşturarak. Şimdi son klubu AZ Alkmaar'da yardımcı teknik direktör. Yeni Şota'ların peşinde..

28 Ekim 2008 Salı

Biraz gönül, az biraz daha futbol..


Shevchenko ile o kadar lafı döndüki, adama sorsak o bile anlatıcak. Gitti anadoluya, bir kıpırdadı döndü ezeli rakibine. Song'un yanında yeniden doğdu. Defansın ne olduğunu öyle bir oturttuki kafasında keşke ilk baştan Galatasaray'a gelseymiş dendi. Ama arpa biraz fazla kaçtı. Lincoln ve Arda ile fazla muhabbet çok ilerletti Servet'i. Adam çalımlamalar, ilerde gol aramalar, duvar pasları. Defans değil zannedersin oyun kurucu. Terry, Puyol, Maldini...Bugüne kadar ne gördük nede duyduk böyle şeyler onlardan. Şimdi birde Vatan'a haber oldu. Ama bu kez farklı. Gönlünü kaptırmış yarı İtalyan-yarı Ukraynalı Alores'e. Hemde arada buluşmak için Almanya'lara gitmiş.. İngilizce, Almanca bile öğrenmiş...Aşk yaramış Servet'e de, maçları yenge izliyor diye bu kadar ileri çıkış yapma be Servet. Kaldıramaz taraftar bu heyecanı fazla.
Yengeylede mutluluklar...:)

Şımarıklık


Linderoth, Mehmet Topal bitmek bilmeyen 3 hafta, barış özbek 3 ay, Serkan Çalık nerede belli değil- futbol hayatı bittiği bile söyleniyor-, Emre Güngör 2 hafta, Uğur Uçar geldi gelicek ama takımla çalışmaya başlaması 3 ay..Galatasaray sakat raporu düzeliceğine her hafta daha bir belirsiz hal alıyor. Bunun ışığında defansın göbeğine oturan Emre Aşık, ortasahaya çekilen Meira, bir maç Pirlo olan diğer maç paf takım oyuncusu kimliğindeki Ayhan Akman. Cömertce gördüğü kırmızı kart yüzünden ligtv'den maçı takip eden Cassio. Tartışmalar eşliğinde kendi kalesine gol atıp, 4 arkadaşına sarı kart gösterten Ümit Karan. Elle topu önüne alıp çocuklar gibi sevinen Baros. Kafaları Avrupa şampiyonasındaki yarı finalde kalmış Hakan Balta ve Servet. -Bunun aynısı dünya kupasından sonra Hasan Şaş'tada görülmüştü, sahi o da sezonu kapadı- Yıllardır denenen ama sanki bu sene bu işi öğrenmeye başladı hissiyatı veren Sabri Sarıoğlu. Kalede italyan aygırı De Santcis. Yedekler desen evlere şenlik. Güvenilemeyen Mehmet Güven, almancı gençler Volkan ile Alpaslan. Önce Trabzon ardından Olympiakos karşısında futbol ziyafeti çektiren takım 2 maç ile bu kadar şımarıp, bu ligi ciddiye almassa olucağı buydu. Bu takım haftada 3 maçı kaldıramaz deniliyor. Gelen adamlar İngiltere'den, Fransa'dan, Almanya'dan, İspanya'dan gelmiş isimler. Her sene avrupada maç yapan bir Galatasaray. Kimse kimseyi kandırmasın. Bu takım haftada 3 maçıda, ligide, uefa'yıda kaldırır. Ama iki maçla şımarıcaklarsa Skibbe'de gider, Baros'ta, Adnanlarda. Bak rakibine, ligde yenilgisi yokken uefa'da bir maç kaybetti diye zorla istifa ettirdiler teknik direktörlerini. Büyük adam Ertuğrul, adam gibi adam Sağlam. 2 hafta geçti ortalık sütliman. Ne Ertuğrul kaldı ne Sinan. İsimler geçicidir, skorlar kalıcıdır, kupalar kalıcıdır, takımlar kalıcıdır. .

Tatil


Uzun tatilden döndük artık. Kepenkleri açalım..

20 Eylül 2008 Cumartesi

Bu iş zor, çok zor Klinsmann..

Her hafta olay var artık. Futbol ilginç bir hal aldı. Şampiyonlar liginde Anorthosis'e gol atamayıp, tüm dünyanın iddaa kuponlarını yırtıran Werder, Bayern'i, hemde Allianz Arena'da fareye çevirdi. Bayern'in tarihi böyle sonuçlara alışık değil. Çanlar çalmaya başladı Klinsmann için. Kaiser'in sabrı ne durumda bilinmez ama, Almanya milli takımını çalıştırmakla Almanya'nın incisini çalıştırmak arasında fark olsa gerek. O fark 5 gol ile yansırmı, orası muallak..

19 Eylül 2008 Cuma

Bizden Adam Olmaz


Türkiye zor ülke. Hele sporun içindeysen daha zor. Pazar gunu lig maçları tamamlanmış, televizyonu açıp yorumları dinlemek istiyorsun. Ne olsa beğenirsin. Herkes eleştiriyi geçmiş hakarete varıcak laflar sölüyor. Yorumcu değil zannedersin cellatlar. Biri diyo Skibbe derhal gitsin, diğeri diyor Aragones gereksiz, luzumsuz insan. Yok Aziz suçlu, efendim Adnan duysun bizi. Beşiktaş iyi gidiyor diye laf yok pek ama 2 maç kaybetsin, Sinan Engin ve Demirören kendini kızakta bulur. Trabzon ise daha bi garip. İlk puan kaybı beraberlikle, hemde Beşiktaşla. Neden bu skor gelmiş. Ya biz futboldan biraz çakmıyoruz, ya balık hafızalıyız, ya da yorumcularımız maymun iştahlı. Yıllarca bas bas bağrılmadı mı Anadolu güçlensin, lig kaliteleşsin diye. Skorları bakıyoruz Galatasaray berabere, rakip Antalya. Fenerbahçe mağlup rakip Hacettepe. Beşiktaş berabere, rakip Trabzon hemde deplasman. Nedir peki sorun. İstenilen olmuş işte. Anadolu korkmamayı, diş geçirmeyi öğrenmiş 3 büyüklere. Ama yorumculara göre saçmalıktan öteye gitmiyor. Fenerbahçenin, Galatasaray'ın elini kolunu sallayarak kazanması lazımki lig ilersin. Neyse bakalım..Açalım Ntvspor'uda Seria A'yı izlemeye koyulalım. Bizden adam olucağı yok.

Mateja


PSV dönemlerini hatırlıyorum. Avrupa liglerinin özetleri verilirken en sonlara doğru değinilirdi Hollanda ligine. Eindovhen'da sürekli galibiyet vardı gollerde de hep Kezman yazardı. Hesselink'in yanında boyuna posuna aldırmadan dizerdi gollere sıraya. Utanmasalar Hollanda nufusuna yazdırıcaklar. Abrahamovic ruzgari onuda vurdu. Yerlerde gezinen Chelsea kariyeri. Aldanmamak lazım tabii. Ne adamlar telef oldu Stamford Bridge. Servet Çetin'in kocası dediğimiz Shevchenko bile ne hale geldi bakarsak tabloya. Bir umutla geldi Atletico'ya ordada aşı tutmadı. Rotayı bu kez rehabilitasyon merkezi Türkiye'ye çevirdi. Bütün takımların nutku tutuldu transfere. Olmayınca olmuyor ya. Burdada olmadı. Kaldıramadı halkımız Batmani. Elimizde kalıcak korkusuyla verildi kiralık olarak Fransa'ya. Batman hemen çalışmaya başladı. Ligde penaltıyla açtı mesaiyi, Kayseride devam etti görevine. Bizde ellerimiz havada, bi yandan kafamızı kaşımaya başladık. Takkeler öne insin artık. Sorun biraz bizde sanki.


16 Eylül 2008 Salı

Carlos


Hayallerle yaşıyor insanlar ya. İşte o hayalin gerçeğe dönüştüğü andı Şükrü Sarçoğlundaki imza töreni. Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi sol beki Madrid görevini tamamlamış, yeni görevi için boğazın asya kısmına gelmiş. Hemde ne geliş.. Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul surlarından içeri girişi gibi hayranlıkla izlendi dünyada.. Fakat peri masalı çabuk biticek gibi. Fenerbahçe camiasıda yavaş yavaş uyanıyor rüyasından. Taraftarlarla konuşunca savunuyorlar bu efsaneyi, yok arkadan savunmayı organize ediyor, takıma futbolu öğretiyor ama görünen köy kılavuz istemiyor. Carlos'un boğaz manzaralı piyango tatili tam gaz devam ediyor. Aziz Yıldırım'ında süperstar diye sesi soluğu çıkmıyor bu işe. Aslında Aziz Yıldırım'ın devreye girme sırası şimdi gibi, ama o da tatile çıkmış gibi, sesi soluğu çıkmıyor. Yoksa bu superstar sanıldığından daha pahalıya mal olucak Fenerbahçeye.

30 Ağustos 2008 Cumartesi


Güzide 2 klubümüz bu sene hedeflerinde Avrupa'da final koydular. Fenerbahçe Şampiyonlar Liginde, Galatasaray ise Kadıköy'de final oynayacaklarını söylüyorlar. Ancak bu hedefler maalesef öyle atıp tutmayla olmuyor. Buralara gelebilmek ciddi bir planlama ve çalışmanın ürünüdür. Galatasaray 2000 yılında UEFA Kupası'nı alırken bu 4 senelik bir çalışmanın ürünüydü. Keza son yıllarda 2 kere bu kupayı kazanan Sevilla müthiş bir oyuncu fabrikası olmayı başardıktan sonra buralara gelebildi. Fransa'da son 7 yılın şampiyonu ve devler liginin gedikli çeyrek finalisti Lyon'un başkanı Jean-Michel Aulas’ın bile bu hedefi koyabildiğini düşünmüyorum. Tabii ki futbolda buralara gelinilebilinir ama bu atıp tutmayla olabilecek bir şey değil. Karşınızda Chelsea, Manchester United, Real Madrid, İnter, Liverpool gibi rakipler varken işiniz kolay değil. Sonuçta Türkiye Kupası'nda finali hedeflemiyosunuz. Bu lig Dünya'nın en iyi ve pahalı takımlarını ağırlayan bir lig. Galatasaray ise Steaua Bükreş'e karşı pozisyona bile giremezken işi Milan'a, Sevilla'ya Manchsester City'e ve devler liginden gelicek 8 takıma karşı hiçte kolay olmayacak. Bu sene Fenerbahçe'nin hedefi ilk önce gruplardan çıkmak, ardından gidebildiği yere kadar gitmek, Galatasaray'ın hedefi ise ilk önce çeyrek final ve gidebildiği yere kadar gitmek olmalıdır. Tabii ki gönlümüz final oynamaları ister ama futbolda birazda realist olmalısınız.

Torres vs. Atletico Madrid


Kaderin cilvesi mi desem şans mı desem karar veremedim. Bir takım düşünün 11 yıl sonra zirveye, şampiyonlar ligine girmeye hak kazanmış. Birde bir futbolcu düşünün; 95 yılında 11 yaşındayken rüyalarımın yeri diye tanımladığı bu klube katılıp, 21 yaşına geldiğinde takımın kaptanlığına yükselip, taraftarları tarafından Madrid'e heykelinin dikilmesi planlarını yaptırtmaya başlamış. Fakat 2007'de bu klubü çocukluğundan beri tuttuğu takım, Liverpool için bırakmış hemde herkesin oynamak için can attığı Barcelona, Real Madrid, Manchester United gibi takımları elinin tersiyle iterek. Şimdi İspanyolların prensi doğup büyüdüğü Vicente Calderon'a rakip takım formasıyla girecek. Hemde Calderon 11 yıl sonra bu heyecanı tatmaya hazırlanırken.

Kaptan yapma..


Wildparkstadion'da 25. dakika oynanırken yere yığıldı büyük kaptan. Stadta duran 30 bin kişi ile birlikte televizyondan izleyenlere bile şoktaydı. Bir anda sahaya dolan sağlık görevliler, makasla çıkartılmaya çalışılan dil, dönen gözler, Daum ile Mondi'nin gözyaşları, Kanal 24 spikerinin diyecek birşey bulamaması..Asırlar gibi süren 3-4 dakikalık bekleyişin ardından gelen alkışlar ve klubeden gelen dünyanın en rahatlatıcı OK işareti...Yapma kaptan..korkutma, ağlatma bizi böyle bir daha...Sana ihtiyacımız var.

Josico


'Şampiyonlar Ligine direk giren takımın kaptanını aldık' demişti Mahmut Uslu, Josico'nun imza töreninde.Eğer transferin mantığı bu cümleye sığsaydı, Josico en az Terry kadar değerli olurdu hatta Puyol'dan da iyi. Belkide 28 Ağustos'ta daha iyisi transfer edilemezdi ve en azından takımdaki 3. İspanyol ve Aragones'e tanıdık bir yüz ama büyük hedefler açıklayan Fenerbahçe'nin başkanı neden bu kadar önemli bir mevkii için transferi 28 Ağustos'a bırakır. Halbuki Fenerbahçe ekonomik açıdan çok daha iyilerini getirebilecekken. Fenerbahçe taraftarıda hiç olmassa satılan 30.000 kombine ve daha fazla sayıdaki forma parasının daha iyi isimlere gitmesini bekleyecektir. Muhtemelende Josico, Aurellio'nun Fenerbahçe'den aldığından daha yüksek ücret alacaktır. Yıllardır bir çok yıldız ismi Türkiye'ye getiren Fenerbahçe bir türlü ihtiyacı olan bölgelere gerekli transferleri yap(a)mamaktadır. Josico'ya gelince, daha sahaya çıkmadan şanssız başladı Türkiye kariyerine; önyargıyla. Bu klüpte Ortega, Anelka, Kezman gibi isimler isteneni verememişken, tutanamamışken, İspanya gol kralı Guiza'nın bile işi çok zorken, Josico'nun çok çalışması lazım çook.

Fenerbahçe 2008-2009 Şampiyonlar Ligi


Şampiyonlar Ligi kuraları çekildi. Tek temsilcimiz Fenerbahçe çekebileceği en iyi kuralardan birini çekti. Lakin grup kolay gibi dursada orta şeker zorluk kokuları geliyor. Grubun her türlü sürprize açık olduğunuda belirtmek lazım. Fenerbahçe'nin önündeki dez avantajlar bir hayli fazla. Geçen sene gelen çeyrek finalden sonra hedefler en azından aynı yere gelebilmek. Fakat fikstür bir hayli ters. Son maç olarak belirlenen tarih Aralık, gidilicek yer Kiev deplasmanı. Grubun favorisi Arsenal ile arka arkaya 2 maç. Son 2 sezondur sürdürdüğü Şükrü Saraçoğlunda yenilgi yüzü görmeme huyunu gösterirse Fenerbahçe, bir üst tur hiçte zor durmamakta. Orta sahasının çok önemli isimlerini kaybetmesine rağmen yerlerine çok yetenekli isimleri yerleştiren Arsenal, transferin son günlerinde yıldızı Quaresma'yı kaybeden Porto, grubun en zayıf halkası durumundaki fakat hava ve ülke şartlarını avantaj olarak kullanmaya çalışıcak Dinamo Kiev. Tur için rakipler Kiev ile Porto. Tur hiçte zor durmamakta. Rastgele Fenerbahçe.

28 Ağustos 2008 Perşembe

Hagi'den Lincoln'e



Hala dün gibi hatırlanıyor yaptığı çalımlar, attığı ve attırdığı goller. Sami Yen çimleri çok oyuncuya ev sahipliği yaptı ama böylesine hiç denk gelmemişti. 96 yılında bir gece ansızın yapılan açıklamayla sadece Galatasaray'ın değil Türkiye'nin hatta abartmadan söylenebilir dünya'nın kaderi değişmişti. Karpatların Maradona'sı-ki sevmezdi bu ismi- '10' numara, gelmişti Florya Metin Oktay'a. Yaşlı dediler ona, yetenekli ama iş yapmaz dediler. O hiçbir şey demedi. Sahaya adım attığı ilk maçtan son maça kadar oynadıda oynadı. Futbolu baştan yarattı. Literature'deki eskimiş tanımı sildi kendi kafasına göre tanımladı. 89'da güzel ülkemde bıraktığı etki herkesin damağındaydı. Yarı finalde Galatasaray'ı yıkan adam, 7 yıl sonra buradaydı. Sonrası malum. Kupalar, zaferler, bir kuşağın Galatasaraylı doğması, yeni doğan bir çok bebeğin anne baba demeden '10' nun ismini söylemesi.

Bunca yaptığı şeyin yanında artık yavaş yavaş Hagi dolaylı yoldan hem Galatasaray'a, hemde Türk futboluna zarar vermeye başladı. Hemde farkında olmadan. Hemde kimsenin bunu istememesine rağmen. 2001'den beri ülke olarak her takımımıza Hagi arar olduk. Her gelen yeni oyuncuya Hagi muamelesi yapılmaya başlandı. 40 küsür kere Brezilya mill takım formasını giymiş Alex De Souza
transferi gündemdeyken bile, "İşte Fener'in Hagi'si" diye manşet
attı değerli medyamız. İşi dahada ileri boyutlara götürüp her hareketi, her golu tartışıldı günlerce. Küçük maçların Hagi'siymişte büyük maçların kedisiymiş kendileri. Felipeler, Delgadolar, Ortegalar, Ricardinholar, arada bir hortlayan yerli Hagiler..Ve en sonunda Cassio Lincoln. Talih kuşu bu kez bu hırçının tepesinde.

Acaba Lincoln hiç düşündü mü acaba Schneider attığı dirsekle başlayan peri masalının sonuçlarının kendisi için bu kadar yıkım olabileceğini. Atatürk Havalimanındaki 4000 kişiyi görünce işin show business olduğunu hissetmişte olabilir ama madalyonun diğer yüzü hiçte istenildiği gibi değil. Makus kader onuda buldu, hemde daha transferin başında buldu.. "Yeni Hagi'mizi Schalke'de bulduk, hayırlı olsun" diye bas bas bağıran yönetimin meyvesidir Lincoln. 2001'den beri bütün taraftarı kandıran yönetimin suçudur Lincoln'ün şu durumu. Herkes yeni yeni farkına varmaya başlasada o hep farkındaydı işin. O bir Hagi değil. O bir kurtarıcı da değil, hiçbir zaman olmadı. 2000'li yıllarda kariyerlerinin zirvesine çıkan Hagi, Zidane, Figo gibi lider oyuncu kuşağından sonra gelen ileriye dönük orta saha oyuncusu profilin en önemli temsilcilerinden. Sahaya çıkar, pasını verir, şutunu çeker, gol olursa olur, olmazsa oyununa devam eder. Çoğu Brezilyalı gibi narindir, gelemez sert futbola. Bilmiyordu ki bu ligteki ismailleri, güldürenleri. Schalke'deyken Türkiye hakkındaki tek bilgisi Hamit Altıntop, şu anki takım arkadaşı Servet ve Şükrü Saraçoğlu Stadı. Şimdi sorsak o 4000 kişiye Lincoln'ü, ah bi elimize geçse diyip hayatımızda duymadığımız küfürleri edicekler. Peri masalı çabuk bitti Cassio için. E tabi, öküz öldü ortaklık bitti. Günah keçisi lazım. Bundan daha iyi günah keçisi mi olur, "Hagi diye aldık, fos çıktı..Hiç bir maçta çıkıp bişey yapmadı, elimizde kalıcağına satalım daha iyi." Satın satın, arayın daha yeni Hagi'nizi..Bulursanız haber vermeyi unutmayında..

Şampiyonlar Ligi kura çekimi



Şampiyonlar Ligi'nde kuralar 28 Ağustos Perşembe günü saat 19:00 'da çekiliyor. Bu sene Aalborg, Cluj, Anarthosis, BATE gibi alt düzey takımlarda kendilerine devler liginde yer buldu. Eğer üst torbalardan da zayıf rakipler bu takımların gruplarına düşerse bu devler liginin kalitesini düşürebilir. Ancak seneye ön eleme ve direk giren takım sayısının statüsü değişeceğinden bu takımların işi önümüzdeki yıllarda dahada zor olabilir. Temsilcimiz Fenerbahçe ise 3. torbadan kuraya girecek. Kendi fikrim biraz önce saydığım takımlardan birinin Fenerbahçe'nin grubuna düşmesi, Fenerbahçe'nin işini çok rahatlatıcaktır. Aksi takdirde A.Madrid, Fiorentina, Shaktar gibi ekipler son torbadan grubu oldukça zorlayabilirler.
1.Torba:
Chelsea, Liverpool, Barcelona, Arsenal, Manchester Utd, O.Lyon, Inter, Real Madrid.
2.Torba:
Bayern Munih, Psv Eindhoven, Villarreal, Roma, Porto, Werder Bremen, Sporting Lizbon, Juventus
3.Torba:
Fenerbahçe, Marsilya, Zenit, Steaua Bükreş, Panathinaikos, Bordeaux, Celtic, Basel.
4.Torba:
Atletico Madrid, Shakhtar Donetsk, Fiorentina, Dinamo Kiev, Cfr Cluj, Aalborg, Anorthosis, Bate Borisov

Rivaldo Özbekistan'da


‘Bunyodkor.’ Hepimizin ismini ilk defa duyduğu Özbek futbol takımı. Gerçi o da duyalı çok olmamıştır. Herkesin gönlünde Haziran 2001’de Valencia’ya attığı bu efsanevi rövaşatayla ister istemez taht kurdu Rivaldo. Barça Valencia’nın 3 puan gerisinde, Şampiyonlar ligi için yarışıyorlar, maç 2-2, dakika 90, ve Rivaldo’nun rövaşatası. Daha iyi bir senaryo ancak film setlerinde yazılabilirdi. 2002 Dünya Kupası şampiyonluğunda formunun ve kariyerinin zirvesindeydi. Herkes o sene Barcelona’da yeniden harikalar yaratacağına inanıyordu. Ancak şok bir kararla bileti kesildi Rivaldo’nun. Milan’ın yolunu tutmuştu rivaldo. Ama olmadı eski Rivaldo’dan eser yoktu. Ardından Flamengo, Olimpiakos ve AEK ‘da denedi şansını yine olmadı. Eto’o’yu getirip şov yapan Özbekler artık Rivaldo’yla yetinecek

27 Ağustos 2008 Çarşamba

Sakatlık nedeniyle kadrodan çıkartıldı..


Halbuki ne umutluyduk Hagi'nin yanında öğrendiği futbol tekniği ile sadece bizleri değil tüm dünyaya parkmak ısırtırken. Herkes bu çocuğun yeri yok Almanya, yok İspanya, yok Wenger veya Ferguson'un dizinin dibi derken seçimi yaptığı yer Milano. Hemde bedavaya. Sonra kimsenin aklından çıkmayan Inter-Lazio maçı. Ardından varları yokları oynadığı Newcastle, akabinde gelen ırkçılık tartışmaları. Kurtarıcı olarak soyunan yine ona 17 yaşında ilk defa formayı veren Terim. Yer bu kez Avusturya-İsviçre. Varlığı bütün hazırlık maçlarında sektirmeden oynadığı 90 dakika ve açılış maçında Portekiz karşısı oynadığı 90 dakika. Sonra arada bulasın. Kokusu giydiği formayla ile arkasındaki masada duran erikli fotografla çıktı. Derken Fenerbahçe belkide bu senenin en kritik maçına çıkmasına saatler kala medyaya düşen haber; "idmanda aldığı darbelerden dolayı sakatlanan emre kadrodan çıkartıldı". Çok şaşırdık...çook..

Benitez...2008-2009


2004'te Los Che'de, hem La Liga'yı hemde Uefa'yı almış ve 3 senelik kariyerine rağmen Valencia'nın gelmiş geçmiş en büyük teknik direktörü iken yönetimle papaz olup, istifayı verip soluğu Anfield'ta alan rotasyon ustası. 2005'te getirdiği mucizevi kupa ve 2006'da gelen FA cup'tan sonra bomboş geçtiği 2007-2008 sezonu... Liverpool şehrinde 19 yıldır beklenen açlık artık hat safhada. Kontratı ne kadar 2010'a kadar uzatılsada bir küsüp bir barıştığı Amerikalı patronlarında bu sene gelebilecek bir başarısızlığa tahammulu yok gibi. Sürekli Chelsea, Manu ve Arsenal'le kıyasladığı transfer bütçelerinden dolayı dert yakınmasıda ayrı bi sorun teşkil etmekte. Ah be Rafa..bizmi söyledik sana 19 milyon pound ver diye Robbie Keane'e. Bütün yaz sezonu uğraşıp durup bi türlü alamadığı Gerrard'ın kankası Gareth Barry olayıda başka bir soru işareti. Herşeye rağmen Londra'dan gittiği mankenler şehri Milano'dan gelen ezeli rakibinin yorumlarına bakılırsa bu sezon premier ligin en büyük favorisi. İlk 2 maçta gelen 6 puan iyi ama tatmin etmeyen futbolda cabası..Çanlar Rafa için bu kez gerçekten çalmaya başlıyor.

26 Ağustos 2008 Salı

Skibbe


Gelişide olaylı oldu bu genç almanın, görevide olaylı olucak gibi. Olaylı oldu dedik ama gelişi böle ortalığı kasıp kavuran bir olay değil. Sanki 2-3 haftalık tatilden dönmüşte iş başı yapan adam gibi geldi Skibbe Florya Metin Oktay'a. Bir yanında eski mohikan, rapçi Ümit Davala diğer tarafında geçen senenin mucizeleri Cevat Güler ve Adnan Sezgin. Bir önceki sene gelen şampiyonluğun zararlı kurtçukları taraftarı sarmış; herkesin kafasına "ters bişey olur giderse geçer biri bu takımın başına nasıl olsa şampiyon yapar" mantalitesi yerleşmiş.

Leverkusen'in sıcak sakin ortamından kalkıp geldiği ateş kazanı daha ilk maçında yaktı bu genç ve karizmatik Almanı. Ortalık başına yıkıldı. Galatasaray tarihi teknik direktörü hakkında daha ilk maçında görevi bıraksın, görev için yetersiz gibi tartışmaları görmemişken, Ali Sami Yen'deki taraftar Skibbe'nin biletini tek taraflı olarak hakan balta-servet-emre aşık-emre gungör savunmasının önüne çekilen meira-topal ikilisini kullanarak kesiyor, "adeta takımı skibbe attı, daha fazla dayanmanın alemi yok" diyerek savlarını destekliyordu.

Yıllarca 4-4-2 düzeninde oynamış bir takımı 4-5-1 e oturtmanın zorluğunu çekiyor Galatasaray takımı. Yıllardır Sabri'nin orta açamamasıyla büyüyen bir kuşağın premier league de görüp, hayalini kurmaya tenezul bile etmediği Kewell'ın ortalarına alışmasının tatlı zorluğunu yaşıyor Galatasaray. Yıllardır süren avrupai şişirmeler, her fırsatta kaleciye geri dönen tandomun; ayağında top tutan, oyunu okuyan, oyunu kuran Meira ya alışmasını yaşıyor Galatasaray. Geldiğinden beri Hagi ile kıyaslanan, hep Hagi olması istenen fakat futbol mantalitesi bambaşka olan Lincoln ve onun sıradışı paslarına alışmaya çalışıyor Galatasaray. Ve butun bu alışma çabasının başında genç, yetenekli, hırslı ve genç avcısı bir Alman.

Fransız olmasa direkt olarak "sir" ünvanı vericekleri Arsene Wenger'in ilk Arsenal'in başına geldiğinde "Arsene Who?" diye manşet atan ingiliz basını gibi çok eleştirdik Skibbe'yi. Sonu onun gibi olursa biz ne veririz, onuda tartışmaya başlamak gerek.

20 Şubat 2008 Çarşamba

aksiyon filmlerini vazgeçilmez isimleri 1

Show Tv nin arka fonun siyah simsiyah olduğu dönemleri kimler hatırlar? Haber girerken de, dizi oynatırken de aynı show tv yazısının 'o'su s,h ve w harflerinden ayrılaraktan siyah, kırmızı, yeşil, mavi gibi renklere bürünerek bize az sonra nelere maruz kalacağımızı bildirirdi. Doksanlı yılların ikinci yarısı ve amerika sinema endüstrisi (Hollywood demiyorum) o zamana kadar kendini Vietnam'da ne kadar da haklı olduğunu ardı ardına kendine kanıtladıktan sonra sıranın memleketimize geldiğini düşünür. Türk insanının Michael Dudikoff, Don the Dragon Wilson gibi isimlerle de tanışması bu döneme takabül eder. 'Kaplanın pençesi', bilimum ölüm suikas ya da ateş çemberi kıvamındaki isimlerle içli dışlı olduğumuz zamanlardır bu zamanlar. Yadırgamayız izleriz. Her atılan el bombası akabinde 2 ya da 3 kişinin havada perendesine neden olur. Kahramanımız tarafından sıkılan her kurşun bir varil patlaması olarak seyirciye geri döner.
Örnekleri çoğaltmak mümkün fakat konu başlığının aksiyon filmlerinivazgeçilmezisimleri olması da bu satırların yazarına bir oto-çekidüzen refleksi kazandırır. Taaaa en başlardan belirtmek gerekir ki; Steven Seagal, Wesley Snipes, Jean Claude Van Damme gibisinden isimler bu türle organik ve mekanik ilişkiler içinde olmalarına rağmen tam de bu kategori içine katılamazlar. Yukarıda geçen isimleri için aksiyon yıldızı tarifi daha uygun olacaklardır diye düşünüyorum. Bruce Willis, Mel Gibson gibileri de bu sınıfa dahil edilebilir. Dolph Lundgren (Ivan Drago), Marc Dacascos gibi simalardır bu makalenin konusu.
Peki nedir bu insanların olayı? Ne yerler? Ne içerler? Bu kaslar, bu damarlar nereden gelmektedir? Bu soruların cevapları bu şahsiyetlerin filmlerinde bize ifşa ettikleri yaşam tarzlarından anlamamak namümkündür. Sabahları erken kalkan bu arkadaşlarımız gerek it gerek iguana gibi hayvanlarla plajda sporlarını yaptıktan sonra çiğ yumurtalarını iştahla mideye indirirler ve aksiyon için dakika saymaya başlarlar. Her an azılı bir haydut kovalamaya, üzerlerine gelen bir kurşundan kaçmaya ya da amirinin masasının üzerine yıldızını ve silahını bırakmaya her an hazırdırlar. Taviz vermeyecekleri bir çizgileri vardır. Entellüktüellerimiz tarafından yanlış anlaşılan bu insanların ortak noktaları sanıldığının aksine milliyetçilikleri değil aksiyona karşı olan vazgeçilmez aşklarıdır. Bazen her şeyden elini eteğini çekerler kimi zaman da texasta bir çiftlikte sakin bir hayat sürmeyi seçerler. Hatta zaman zaman karşımıza budist olarak bile çıkabilirler lakin bu durum onların sonraki 2 saati katliam yaparak geçirmesine bir engel teşkil etmez ev ile işlerini ayrırlar kadınları sonuna kadar korur hatta mümkünse onlarla filmin ilk bir saatinden sonra sevişirler neden ama burada bahsedilmesi gereken konu filmin esas bayan oyuncusunun filme ne şekilde girdiğidir. Eğere aksiyon sırasında tanışılmıssa film yukarıda da belirtildiği gibi ilk bir saatin sonunda olur. Yok varsa bi geçimişleri muhtemelen ilk bi saatten öence ama araları bozuksa eğer aralarını yapara öyle sevişirler bu da yine bir saati bulur tabii. Bayan oyuncu olarak ağırlıklı sarışın büyük göğüslülerden homos titus(hooters) kullanılır. Slow motion ve yakın çekim çok yaygındır. Orgazmlar çok yalandır (nerede o eski orgazmlar??).
Kahramanlarımızın vücut yapıları özellikle yapay bi şekilde kaslıdır artı bol damarlıdır. Baklavalardan geçilmez ama şişman kötü adamlar karşısında yine de etkisiz kalabilirler. Dayak yeme oranları kişiden kişiye değişir. Örnek vermek gerekirse; Steven Seagal gerekmedikçe burnunu kanatmazken Bruce Willis ağzını burnunu neredeyse her filmde sonuna kadar kırıdır. İşte bu iki 'aksiyon filmlerinin vazgeçilmez elemanları olmayan' insan da uçları temsil eder. Çünkü aksiyon filmlerini vazgeçilmezleri tadında dayak yer, tadında kan döker.
PS: Devamı gelecek...
PS: Yazım yanlışları ve noktalama hatalarım affola(kafam güzel)... Post-modern yazar muammelesi görmek isterim o yüzden hataları olmayan triballiğime verin

27 Ocak 2008 Pazar

Derdimiz Neydi?

Günün birinde, Kadıköy'den Beşiktaş'a geçmekte olan "johnmcclane" ve "elchavo" çaylarını yudumlarken, sürekli kendi aramızda konuşuyoruz herşeyi, neden bunları dokuman haline getirmiyoruz gibi bir sorunun etrafında gereksiz bir tartışma yarattılar. Halbuki önlerinde belkide uzun süredir yaşamadıkları bir gece bekliyordu. Bu gereksiz tartışmanın sonunda aslında çokta fazla laf kalabalığı yapmadan, "iyi tamam açalım" gibi bir cümle sarfeden elchavo ve johnmcclane vapurdan inerken neşeli ve heyecanlı gözlerle yol alıyorlardı nevizadeye doğru.

Ertesi günün gelmesiyle msn aracılığıyla sadece 5 dakikada ikna edilen "gorecki" ile aslında bu enteresan çalışmanın temelleri iyice atılmış oldu. Gayeleri sadece bişeyler karalamak olan insanların fikri üzerinden olan "Yaşamdan Dakikalar Extended" alanında hiçbir tecrubesi olmayan, daha önce hiçbiryerde resmi olarak yazı yazmayan, sadece can sıkıntısından ve meraktan böyle bir işe soyunan bir grup tarafından oluşmaktaktadır. Yazılarının amaçları ise umarız ki herşey hakkında olucaktır. Kadronun ilgi alanlarının hemen hemen aynı olması ve bu kadronun john woo ve bruce wills hayranlığının biraz yüksek olması, aralarındaki ilginç kimyanında temeli olmaktadır aslında.

Burdan blog'umuzun isim babası olan program Yaşamdan Dakikalar'a teşekkürlerimizi sunar, keyif almanızı dileriz..