6 Kasım 2008 Perşembe

Almanya Acı Vatan

Terim'in Almanya ile mücadelesi devam ediyor ara ara. Euro 2008'de sahada yenildiği Almanya'ya gençlerini de kaptırmak istemiyor haklı olarak Sinyor. Mücadelesinde ne kadar haklı oraları tartışılır. Gazetelere verdiği demeçte Sinyor Terim şöle demiş: "Kendisi bize de Türkiye’nin daha önce kendisine hiçbir zaman ilgi göstermediği şikayetinde bulunmuştu. Bu doğru değil. Mesut kararını fazla uzatmadan açıkça versin, yani yüzümüze bakarak söylesin".
Sinyor'un kızgınlığı ve sabrı hat safhada olsa gerek ki artık son kozlarını oynamaya başlamış. Balık biraz büyük olunca kaçırmak istemiyor tabii kimse. Kaçırıldığı anda hesap verilecek bir çok yer var çünkü. Fotomaç gazetesi geçen sene Norveç ile oynanacak Euro2008 eleme maçından hemen önce, Lincoln'un performansını görüp koca puntolarla fedarasyona'a: "Sizden ricamız bir an önce şu adamı Türk yapıp oynatın!" çağrısını düşünürsek, gurbetçilerin önemi bir kat daha artmış durumda. Galatasaray yönetiminin tutumuda klup bazında da bu çalışmaların başladığını gösteriyor. Ülke içindeki oyuncuların bonservislerinin astronomik rakamlara ulaşması, bunun yanında gurbetçi oyuncuların transferinin daha kolay ve daha ucuza mal oluşu, ve de altyapı temellerini mükemmele yakın olarak almaları bu ilginin nedenlerini cevap olmakta.

Mesut Özil'in bu sene Werder'deki üst düzey perfomansı da Terim'in rüyalarına girmiş olsa gerek ki, Terim sürekli konuyu açıp, okları Almanya cephesine yönlendirmekte. Almanya cephesinde ise durum farklı. Kültürel olarak duruma incelenirse, artık 3. nesil Türk halkı Almanya'nın genç populasyonunda ve iyice Almanya'ya entegre olmuş durumda. Sürekli gazetelerden takip ettiğimiz haberler ise hep aynı. "ailesi ile görüştük bu iş oldu - babasından izni kaptık, vatanını seçti oyuncumuz." Bu açıklamalarda ister istemez genç kuşağın üzerindeki aile baskısını ortaya çıkarmış durumda. Doğal olarak oyuncular doğdukları, yetiştikleri vede ailelerinin yaşadıkları yerlerde oynamak isterler. Sürekli gazetelerde çıkan günün birinde Türkiye'de oynamak isterim sözleri ise geçiştirme cevaptan öteye gitmiyor ne yazıkki. Nuri Şahin'in "kariyerim için şu safhada Türkiye'de oynamak pekte cazip gelmiyor. " açıklaması bir çok oyuncunun düşüncelerine emsal niteliği taşıyor aslında.

Savaşımızı belki milli takımın yararı için yapıyoruz ama bu savaşta ne kadar haklıyız dedim yazının başında. Şu güne kadar yapılan mücadeleler, açıklamalar vede ister istemez yapılan hareketler bizimde samimiyetimizden de ufak örnekler vermekte. Geleceği çok parlak olarak görülen, peşinde Arsenal, Chelsea gibi yetenek avcılarının olduğu piyasada daha 18 yaşındayken apar topar milli ettiğimiz Nuri Şahin'in yüzüne bakmadığımız gibi, geçen sene kariyerindeki belki en iyi dönemi geçiren Yıldıray'ı ve Schalke'nin forveti Halil'i euro2008 öncesi kadrodan çıkarmak, gurbetçi futbolcuların haklı olarak kafasını karıştırmakta. Keza bu ülke büyük uğraşlar verip İngilizlerin elinden kaçırdığı Muzzy İzzet'i bile 3 maç oynatıp bir daha yüzüne bakmayarak ufak çaplı bir şöhrette yapmıştır zamanında. Kahvelerde bir Muzi vardı noldu ona söylemleri arasında sessiz sakin futbolu bıraktı Muzzy.

Sonuç olarak, sorunu sadece gurbetçi oyuncuların açıklamalarına indirgeyip sanki bütün olayların nedeni onlarmış gibi davranmakta pekte realistik olmuyor. Yıllardır gündemden düşmeyen Almanya'da kurulucak bir araştırma merkezi bir türlü kurulamadı. Bu merkezin amacı ise gayet basit; genç oyuncuların keşfi çok daha genç yaşlarda yapılıp, daha Almanya'nın haberi bile olmadan Türk Milli Takımına enjekte etmek. Milli Takım antrenörlerinden Metin Tekin'in de açıklaması ise zaten milli takım idarecilerinin Türk altyapısından umudu kesip, gurbetçilere yöneldiğini destekler derecede: “Almanya’daki altyapı ve yetiştirme temeli o kadar mükemmel ki her iki ülkeye de rahat rahat yeter.” Bu açıklamaya cevap olarak artık şunu çok rahatlıkla söyliyebiliriz. Eğer kendi içimizden yıldız yaratamıyorsak ve çözümü gurbetçilerde bulduysak ya bu konuda çok erkenden mücadelemize başlayacağız, ya da Mesut'la babası aracılığıyla tartışıcaz sürekli. Ya Kayserisporlu Turgay'ın Avusturya milli takımında maça çıktığından bi haber olup milli takım aday kadrosuna çağıracaz, ya da Nuri Şahin gibi, Colin Kazım gibi erkenden davranıp onları milli takım'a adapte edicez. Yoksa daha çok kavga ederiz Almanya ile, aileler ile..

5 Kasım 2008 Çarşamba

Pazar Kısıtlı

Rüya gibi bir haziran ayı geçirdi yaşlı kurt. Eleştiri okları, ırkçılık tartışmaları, Raul kavgası derken altın çağını yaşayan İspanyol futbolunu Avrupa'nın zirvesine taşıdı. Kadro olabilicek en iyisi belkide. Kalede Casillas, savunmada Puyol-Sergio Ramos-Miguel-Capdevilla, orta sahada Xavi-Iniesta-Silva-Senna, ileri ikili Torres-Villa. Değişikliklerde sabit. Çıkar Torres'i al Fabregas'ı, çıkar Iniesta'yı al 14 milyon euro'luk Guiza'yı. Senna çıksın Xabi Alonso girsin. Market o kadar zengin ki, teknik direktörlük yapmak o takımda Football Manager'ın gerçek hayat versiyonunu oynamak gibi. Şimdilerde ise kalede Volkan, savunmada saatli bombalar Lugano-Edu, sol bekte tatildeki Carlos, sağ bek Gökhan, orta alan Selçuk-Maldonado, ne olduğu belirsiz Josico, müzmin sakat Emre, can simidi Alex, aklı beş karış havada Kazım, geçen sene Giggs gibi oynayıp bu sene Bank Asya'da bile zor oynayacak seviyedeki Uğur Boral, forvette Guiza, nöbetçilikten sağ kanada tranfer olan Semih. Rotasyon desen sıfır. Market bu kez o kadar kısıtlı ki, Aragones her maçta elleri kafasında nereye geldim ben, neden burdayım, neden İspanya Federasyonu'na karakter yaptım düşüncelerinde. Savunmasıda hazır. Ben listeyi yönetime verdim, onlar bana bunları aldı. Listeside listeydi ama..Xabi Alonso, Senna, Guiza..Biri oldu ama diğer ikisi yerine gelen bambaşka isimler. 31 yıllık teknik direktörlük hayatında 1 şampiyonluk gören bir insan için Fenerbahçe gibi bir dünya markasını çalıştırmak İspanya milli takımı'nı çalıştırmak gibi olmadığını anlaması için daha ne kadar zaman gerekicek bilinmez ama olan Fenerbahçe'nin ite kaka yaptığı marka değerine ve saygınlığına olmakta. Geçen senenin çeyrek finalisti bu sene daha galibiyet ile tanışamadı 1 numaralı kupada. Pazar kısıtlı tabi, Maldonado'yu çıkartıp Fabregas'ı sokamıyor Aragones, Selçuk'tan Senna, Xabi Alonso olmasını istiyor. Aurelio'nun yeri doldurulamadı o yüzden böyleyiz savunmasıda saçma. Geçen sezon Fenerbahçe çeyrek finali bir oyuncunun aşırı performansıyla mı gördü. Hal böyle olunca kahrı çeken gene taraftar oluyor. Aşağıdaki karede tarih sayfalarında kalmaya devam ediyor.

Çarkıfelek Dönüyor

Çok değil, 3 hafta önce Hürriyet'in salı günleri gazete ile birlikte gelen Hürriyet Spor'a konuk oldu. Galatasaray'ı Bursa'da 2-1 yendikten sonraki hafta. Öyle bir ropörtaj yapmıştı ki, öyle laflar söyemiştiki;
"..Mourinho gibi hocalar hala kağıtla futbolcusuna taktik veriyor, biz o devirleri çoktan geçtik, futbolcum sahaya çıktığında ne yapıcağını bilmek zorunda...Türk hocalarına klupler güvenmiyor, uzun vadeli yatırım yapmaktan kaçıyorlar böyle olunca gelecek yerine günle ilgileniyorsun..Gittiğim her takımda gençleri çıkardım, onları oynattım, şimdi Bursa'da bir çok gencimiz var, gelecek pırıl pırıl.."
Neler oldu acaba Bursa'dada bir anda fikri değişti Samet Hoca'nın. Mesut Bakkal'ı gönderen Gençlerbirliği görevi için Bursaspor'dan istifa edip daha imzası kurumadan yeni bir imza attı. İstifa için yaptığı açıklamada düşündürücü;
"...Bu süreç boyunca her ne kadar bir takım eksiklerimiz olsa da bugünkü tabloya bakıldığında önemli adımlar attığımıza inanıyorum. Fakat, bu gerçeğe rağmen üzülerek görüyorum ki, Bursaspor'daki olumsuz hava hala devam ediyor. Dolayısıyla bana da gelinen bu noktada son adımı atarak, görevi bırakmak kalıyor..."

3 hafta önce söylenenlere bakılıp şu istifa nedenine bakıldığında çelişkilere giriyor insan. Tamam belki Beşiktaş geçmişi yüzünden Bursa taraftarı tarafından çok hoş karşılanmadı ama esas bu hoşnutsuzluğun nedeni kendisinde aramalı. Hatta ligimizde çalışan bir çok takım ve klup hocası bu hoşnutsuzlukların nedenini düşünmeli. Bütün ülke futbol ile yatıp kalkıyor, hemen hemen herkes dünya liglerini de çok yakından takip ediyor. Hiç bir ligte olmayan 6-7-8. hafta teknik direktör sirkülasyonu Türkiye'de yıllardır moda. Bunun sonucunda ne taraftarlar teknik direktörlere güveniyor, ne teknik direktörler kluplere, ne de futbolcular teknik direktörlerine. Bu açmaz da futbolun kalitesini belli ediyor ülkemizdeki. Dünya 3.sü olduk akıllanmadık, 2 kupayı kaçırdık üstüste, şimdi Avrupa Şampiyona'sında yarı final oynadık ne bir kalite artışı ne de bir anlayış değişimi. Ligin sonu aynı...3 büyükler gene şampiyon olur, Anadolu'nun şampiyonluk mucadelesi Bank Asya liginde devam eder.

3 Kasım 2008 Pazartesi

'Pinturicchio' veya 'İl Fenomeno Vero'


1994'te Marcello Lippi, Roberto Baggio'nun yerine takıma onu monte ettiğinde belkide hiç kimse Del Piero'dan bu kadarını beklemiyordu. Baggio gibi üst düzey bir futbolcunun yerini doldurmakta, 14 sene boyuncada Juventus'ta golleri sıralamakta kolay değildi. 2006'da Juventus küme düşürüldüğünde Pinturicchio veya taraftarın deyişiyle 'Gerçek Fenomen' takımına olan vefa borcunu ödemek için takımıyla ikinci ligin yolunu tuttu. 1 senelik Serie B macerasından sonra belkide bir çoğumuz önümüzdeki pazar 34 yaşını dolduracak Del Piero'nun Serie A'da artık eski günlerine dönemeyeceğini düşünmüştü. Ancak geçen sene atılan 21 gol onun hala ligin en kaliteli oyuncularında biri olduğunun kanıtıydı. Fakat bu sene sanki biraz daha farklı gibi. O sıkıcı pozisyon üretemeyen Juventus'un tek parlayan yıldızı o oldu. Özellikle Real Madrid'e öyle bir gol atıyordu ki, böyle golleri ancak senede 1-2 kere görebiliyoruz. Pinturicchio sadece takımını değil Ranieri'nin de Juventus'taki kariyerini bu sene tek başına sırtlıyor. Onunla beraber yıllar önce izlediğimiz yıldızlar artık tek tek futbolu bırakıp sakatlıklarla boğuşurken sanki o hala 15 sene önce Juventus'a yeni gelen genç bir futbolcu hırsı ve isteğiyle bize mükemmek goller izletmeye devam ediyor. Teşekkürler bu güzel goller için 'İl Fenomeno Vero'

Glock Cephesi


Adından çok söz ettiriceği bir yarışın ardından biten Formula 1 2008 sezonunun en kritik yarışının en kritik adamı belkide. Son sektorde bir anda yavaşlamaya başlayan ve yarışın 6. sı Hamilton geçilerek şampiyonu belirleyen adam. Skandal bu boyuttayken hemen mikrofonlara cevap vermiş Glock:

" Son turlara girilirken kuru lastiklerle iyi bir derecede elde edebiliceğimizi düşündük bu yüzden ekstra bir pit-stop yapıp yağmur lastiklerini takmaktan vazgeçtik. Buna neden olarak bir çok takımın pit-stop yapıp yağmur lastiklerine geçiceklerini düşündük, bu sayede bir kaç sıra yükselme şansımız olabilicekti. Fakat son turda yağmurun aşırı artması nedeniyle kuru lastiklerle arabayı pistte tutmakta zorlanmaya başladım. Yarışın son turu hayatımda attığım en zor tur oldu. Yola tutunma kuru lastiklerle neredeyse imkansızdı ve sürekli pistte kayıyordum. Eğer yarış turlarına bakılırsa Jarno Trulli'den daha hızlıydım ve pistte sadece ikimiz kuru lastikle yarışıyorduk. Strateji hatalımıydı derseniz, kesinlikle hatalı değildi çünkü yağmur lastiklerini takmak için pit-stop yapsaydım yarışı 7. sırada bitiricektim fakat şimdi yarışı 6. sırada bitirdim. Son tura gelindiğinde ise benim rakibim Vettel'di ve Hamilton'un arkamda olduğunun farkında bile değildim. Telsizden sürekli olarak Vettel'in arayı kapattığı söyleniyordu ve bende arabaya daha çok yüklenmeye çalışıyordum. Fakat o şartlarda arabayı tutmak çok zordu. Zaten son tur 3-4 araba tarafından geçildim. Bu şartlarda pistte ne olduğunu takip etmem çok kolay değildi. "

Rain Master


Bir Formula 1 sezonu daha onsuz tamamlandı. 7 dünya şampiyonluğu, 91 yarış zaferi, 154 kere podyuma çıkma, 68 pole position, 76 kere en hızlı tur zamanı, 7 kere üstüste yarış zaferi, 40 kere double (yarış birinciliği + pole position), 13 yarış galibiyeti ile bir sezonda en çok yarış kazanma..
Her sene başı onsuz bu işin tadının kalmadığı tartışmaları ile başlar. O tartışmalarla devam eder. Senna'dan sonra bir şampiyon daha göremeyeceğiz denilen Formula 1'de Senna ile yarışma onuruna erişmiş, onun kırdığı butun rekorları kırılamayacak düzeye çekmiş, dünyaya Almanya ile İtalyan milli marşlarını ezberletmiş yüce insan. 2008 sezonunda o kadar çok yağmur yağdıki, taraflı tarafsız herkes keşke burda olsaydı da bir şampiyonluk daha alsaydı diye iç geçirdi. Formula 1'i bilmeyen bir çok insana Michael deseniz Schumacher'i cevap olarak verdirtecek Rain Master. Binse keşke tekrar o kırmızı arabaya, hırsını bir kez daha bizlere gösterse, bir kez daha podyumda çocuklar gibi sevinse..



Şaibe mi Alın Teri mi


Dünyanın en genç şampiyonu, ilk siyah şampiyonu. Bütün bu rekorlar artık bu kibirli İngilizin elinde. Damon Hill'den beri beklenen İngiliz şampiyonluğu 12 sene sonra Interlagos'ta gerçekleşti. Geçen sene kaçırılan kılpayı şampiyonluktan sonra bir kez daha aynı senaryo tekrarlanıyorduki imdada Timo Glock yetişti. Glock'un son 5 tur derecesi; 1:18.897, 1:18.816, 1:18.688, 1:28.041, 1:44.731. Hamilton'un son 5 turu ise; 1:38.860, 1:19.998, 1:24.612, 1:25.567, 1:26.126. Glock yarış sonrası bu abartı denilecek yavaşlamayı kuru hava lastiklerine bağlamasıda skandala tuz biber ekti. Aynı tabloyu Ferrari yapınca ortalık kavgadan geçilmezken şimdilik sadece sevinç nidaları ve şaşkınlıkların devam ettiği saatlerdeyiz. Haftanın sonuna doğru işler ciddileşir mi görücez fakat şu bir gerçekki geçen sezon Formula 1 tarihinin en büyük cezasını alan McLaren takımı bu sene Mika Hakkinen'in ardından şampiyonlarına kavuştu. Glock'a artık bir McLaren veya Mercedes verilirmi bilinmez ama kaybedilen heyecanın tekrar kazanıldığı bir sezonu geride bıraktı Formula 1. Seneye Ferrari, McLaren'ın yanına istikrarlı perfomanslarıyla BMW, son yarışlardaki nefis çıkışıyla Renault'un katılmasıyla çok keyifli bir 2009 sezonu bekliyor bizi. Tabii butun Tifosileri heyecanlandıran Vettel'i de unutmamak lazım. Glock'a da pür dikkat. Nerde yavaşlayacağı belli olmaz o kuru hava lastikleriyle.

Bulaşıcı Hastalık mı Acaba?


Nasıl olurda bir takım arka arkaya yaptığı 4-5 maçta bu kadar farklı görüntü ortaya koyar. Önce Trabzon ve Olympiakos maçlarındaki iyi oyun ve iyi skor, ardından Eskişehir ve Ankara maçlarındaki kötü oyun ve puan kayıpları, ardından yine Gaziantep karşısında iyi oyun ve iyi skor. Bu size tanıdık geldi değilmi? Geçen seneki, ligde maç seçip kötü oyun sergilediği söylenen Fenerbahçe gibi. Acaba Galatasaray'ın yıldızları ve teknik heyetide mi maç seçmeye başladı yoksa aradaki fark rakip takımların Galatasaray'ı iyi etüd edip etmemesinden mi oluşuyor? Sanırım bundan sonrasını zaman gösterecek.

Alex'siz Olur mu?


Fenerbahçe bu sezon bilindiği üzere oldukça kötü günler geçiriyor. Gerek lidge, gerekse Avrupa'da istediği sonuçları bir türlü alamadılar. Ligde 9 haftada kaybedilen 14 puan belkide Fenerbahçe tarihinde yoktur. Ayrıca Arsenal karşısında alınan tarihi mağlubieyet de bunlara tuz biber ekti. Fenerbahçe'nin günah keçileri ise Aurellio'nun gidişinden sonra Maldonado ve Selçuk ilan edildi. Ayrıca yönetim, kadro yetersizliği ve Aragones'in yanlış tercihleri ana eleştiri konuları oldu.Kadro yetersizliğinden yakınırken birde Fenerbahçe'nin geçen seneki kadrosuyla bu seneki arasında ki farka bakalım. Geçen sene kalede Volkan, defansta Edu, Lugano, R.Carlos ve Gökhan Gönül oynıyordu. Yani aynı savunma adamlarıyla çeyrek final oynanmıştı. Ön liberolara gelince geçen sene Chelsea'yi yenen kadroda da Maldonado ilk onbirde oynayan insandı. Ayrıca ileride oynayan Kezman'ın yerine de Guiza monte edildi. Geçen seneki kadrodan en önemli eksikler şimdiye kadar Deivid ve Aurellio olarak gözüküyor... Burada asıl amacım kadrosal eksikliklerden ziyade Fenerbahçe'nin sorunun oyun anlayışı ve dizilişinden kaynaklandığını söylemeye çalışmamdır. Aurellio tabii ki bölgesi için çok değerli bir futbolcu ama bir Gerard veya Lampard'da değil. Yani bir önliberonun yokluğu bir takımı özellikle Fenerbahçe'yi bu kadar asla etkiliyemez. Eğer futbolda böyle bir denge varsa Gerard veya Xavi'nin yokluğunda Liverpool ve Barcelona'nın çok zor günler geçirmesi beklenebilir. Bence Fenerbahçe'deki asıl sorunu ön liberoların değil takımdaki diğer oyuncularında önde topa basmayıp, rakibin elini kolunu sallaya sallaya defansa kadar gelmesi ve oyun alanındaki yanlış dizilimdendir. Geçen sene takımda bunu Aurellio ve Deivid olukça iyi yapıyordu. Hatta Kezman bu baskıyı ileriden başlatan oyuncuydu. Geçen sene takımda baskıyı koyamayan tek oyuncu Alex idi. Ama bu sene ki kadroda bunu yapacak oyuncu kalmadı. Bunun yanında defanstaki yanlış dizilim ve kademe anlayışındaki yetersizlik basit hatalar ve yenilen bir çok golü beraberinde getirdi... Arsenal maçına baktığımzda takımın en büyük gol silahı Alex'te kadroda olmayacak. Bu belkide olması gereken için bir şans olabilir. Eğer Aragones Alex, Emre ve Tümer gibi yetenekli ama topa fazla basmayan oyuncuların yokluğunda ileride çok koşup rakibin üzerine basacak bir oyuncu monte edebilirse belkide top Fenerbahçe'nin defansıyla daha az buluşacak. Tabi bunu yapabilmesi için tek forveti tercih edip, artık Guiza mı olur Semih mi olur kendi bilir, orta alana önliberoların önünde baskı uygulayacak oyuncuları monte edip, belki Gürhan denenebilir, defanstada geriye yığılıp alan daratılıp, kontraatakla gol şansı bulabilir. Geçen seneki kadronun en büyük özelliğide buydu. Geriye iyi yığılıp, alan daraltıp önde Deivid ve Aurellio ile baskı kurup kontratakla gol buluyorlar ve defans çok az gol pozisyonu veriyordu. Klasik 2 önliberolu 4-5-1 'de dizilirse Fenerbahçe ve Kazım ile Uğur önde baskı kurup, beklerin kademelerine yardımcı olurlarsa ve Alex'in yerine oynayacak oyuncuda baskılı, tempolu bir oyun ortaya koyabilirse Fenerbahçe geçen seneki futbolundan emareler gösterebilir. Zaten belli olan şu ki; şuan ki kadro ve oyun şablonuyla Fenerbahçe'nin başarılı olması çok zor gözüküyor.

2 Kasım 2008 Pazar

Para+Akıl+Çalışma=Hoffenheim


TSG1899 Hoffenheim, adından da anlaşılacak üzere 1899 yılında kuruldu ancak bu yıla kadar 109 yıllık tarihlerinde hiç bu kadar popüler olmadılar. Hoffenheim sadece 3000 kişinin yaşadığı ufak bir kasaba. Ancak takımları kendi kapasitelerinin çok üzerinde şeyler yapıyor. Belkide Almanya'nın Villareal'i olacaklar. Bide bunun üzerine kasaba nüfusunun 10 katı büyüklüğündeki Rhein-Neckar Arena'yı inşaa ediyorlar. Buda gelecekte planlarının büyük olduğunun bir kanıtı olsa gerek... Şanslarının döndüğü an belkide 1999 yılında milyarder Dietmar Hopp'un takımı satın alması oldu. Hoffenheim amatör ligden sonra hızlı yükselişini önce 2. lige, aynı senede Bundesliga'ya yükselerek sürdürdü. 2008-09 sezonunda milyarder sahibine rağmen çok iddialı bir kadro kurmadılar ama iddialı bir performans sergiliyorlar. Hopp, Premier Lig'deki kulüp sahiplerine nazaran ne işin şan şöhret kısmında ne de başka bir çıkar peşinde. Buda Abromovich gibi sabırsız davranmasını gerektirmiyor. Ama sanırım futbolcular başkanlarının başarıyı bu kadar fazla beklemesini istemiyorlarki gösterdikleri performansla Bundesliga'nın zirvesine demir atmış durumdalar. Kaiserslautern ve Blackburn'un 11-12 sene önce gösterdikleri başarıların artık sadece tarih sayfalarında kalacağına inanmaya başladığımız, endüstriyel futbolda büyük kulüplerle diğerleri arasındaki farkın giderek açıldığı yıllarda Hoffenheim 2.ligden çıktığı sene şampiyon olabilirmi bilinmez ama, bu sene yaşatağı heyecanı büyük bir merakla tüm futbolseverler takip edecektir. Artık Hoffenheim'ları da Hull City'leride Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinde görmek isteriz.

ES-ES


Es-Es son iki haftada hem Galatasaray hemde Fenerbahçe maçlarındaki güzel oyunu ve aldığı puanlarla bütün otoritelerden tam not almayı bildi. 2. ligden yeni yükselen bir takım için bu gerçekten güzel ve zor bir başarı. Ancak Eskişehir taraftarı bu zaferlerlere pekte yabancı değil. Es-Es, 1969-70, 70-71 ve 72-73 sezonlarında ligi ikinci bitiriyor, ayrıca 1971-72 sezonunda ise Türkiye Kupası'nı alıyordu ve belkide Anadolu devriminin ilk habercisi oluyordu. 70'li yıllarda milli takımada oldukça oyuncu veren Eskişehirspor, taraftarıyla da İstanbul takımlarına kafa tutuyordu. Ve tarihlerinde öyle bir maç varki, eşi benzeri bırakın Türkiye'de, dünyada zor görülür. 16 Eylül 1970 tarihinde, o zamanki adıyla Fuar Şehirleri Kupasında Eskişehirspor içeride 1-0 'ın rövanşında Sevilla'yı ağırlıyordu. Eskişehirspor 79, dakikada Acosta'nın golüyle 1-0 yenik duruma düşüyordu. Ancak bu mağlubiyetin değil mucizenin habercisi oluyordu. Geriye kalan 10 dakikada turu geçmesi için Eskişehir'e 3 gol gerekiyordu. Ve sahneye gol kralı Fethi Heper çıkıyordu. 80. 84. ve 90. dakikalarda attığı 3 golle turu Eskişehir'e getiriyor ve Türk futbol tarihine geçecek zaferin baş mimarı oluyordu. Es-Es hem mantalitesiyle hem tarihiyle hemde Eskişehirliliği herşeyden önce gelen müthiş taraftarıyla çok daha iyisini hakediyor. İnşallah eski günlerdeki gibi sadece Türkiye'yi değil tüm Avrupa'yı sallarlar.

Real Club de Sporting Gijon

ilk 5 maçta yediği 20 gol ve alınan 0 puandan sonra, arkadaşlarla halı saha yapsak yeneriz bu takımı esprileriyle bıyık altından güldük onlara. Kimimiz 20 hafta sonra bu takım düşer dedi kimimizde gol yeme rekoru kırar dedi. ancak gördükki bu sadece şanssız bir fikstürün ve lige ısınamamanın ürünüydü ki, bizim üç büyüklerimizde arka arkaya 4 maçta sırasıyla Sevilla, Real Madrid, Barcelona ve Villareal'le karşılassa, 15'e yakın gol yerlerdi. Sporting Gijon 2,5 milyar dolarlık bir ligde, La Liga'da, sadece 27 milyon euroluk mütevazi takımıyla son 4 maçını kazandı. biz severiz fakir ama gururlu takımları. belki ligi ilk 7 arasında bitirmeleri imkansız gibi ama böyle giderse çok uzaklarda bir çok sempatizanı olacağı kesin.

1 Kasım 2008 Cumartesi

Şota Arvelazde


Türkiye'ye gelmiş belkide en büyük 5 yabancıdan biri. Attığı goller, 95-96 sezonundaki krallığı, Trabzonspor'u belkide hiç olmadık şekilde yakınlaştırdığı şampiyonluk hayali.. Kardeşi Arcil ile Erman Toroğlu'nun şiddetli tavsiyesi üzerine sessiz sedasız geldiği Trabzon'da her kahvede boy boy resimleri..Bir nevi Trabzon'un Maradona'sı; daha mutevazisi, az medyatiği. Gönül isterdi gelsin çok sevdiği Trabzon'da futbolu bıraksın ama doğduğu topraklarda 50 bin kişinin canlı tanık olduğu maçla veda etti efsane futbola. Hemde maçta Ogün ve Tolunay ile son kez yeşil sahada koşturarak. Şimdi son klubu AZ Alkmaar'da yardımcı teknik direktör. Yeni Şota'ların peşinde..